27 Haziran 2010 Pazar

Yeni Bir Resimden Eskiye Bakmak (Kısa Hikaye)

     Saat gecenin ikisi... Başladığı işi bitirmeden yatmamayı, kendine garip bir şekilde prensip edineli yıllar olmuştu. Sayısını dahi unuttuğu bir gayretle “son bir defa daha bakayım” dedi ve aradığı kelimeyi yazıp klavyeye hızlıca vurdu.
      Karşısına çıkan üç bin beş yüz yetmiş beş sonucu hızlıca tararken karşılaştığı bir fotoğrafı görür görmez bilgisayar ekranının karşısında donup kaldı. Fotoğraf, anne, baba ve iki şirin kız çocuğundan oluşan bir aile fotoğrafıydı ama anne ona hiç de yabancı değildi. Bu tebessümü hiç unutmamıştı. Tedirgin, temkinli ama derin bakışlara eşlik eden kendinden emin görünme arzusuyla dolu bir gülümseme… 
     Resme dalıp gitti. Onu en son gördüğünde mevsim ilkbahara göz kırpmaktaydı. Artık resimde bugüne değil, kabaca bir hesapla on iki yıl öncesine bakıyordu. Bu duyguyu tanıyordu az çok… Oturduğu mahalleye yeni taşındıklarında “şeker şey” deyip sevdiği ufaklığın geçen gün üniversite sınavına hazırlandığını öğrendiğinde de benzer bir hissedişle sızlamıştı kalbi...
      Zaman, acımasızca akıyordu. Hedefine varrmak üzere yola çıkalı ne kadar olmuş? Saymayı çoktan bırakmıştı ama zamanın hükmünü icra ettiğine dair her işaret, önüne yaşadıklarını bir hesap gibi döküyordu o istemese de ve o her kaybedişte bıkmadan tekrar tekrar deniyordu. Kalbi durmuş hastanın başında tekrar çalışması için çırpınan doktor misali…
      “Geçmişin her ânı, bugüne karşı bir lezzet olarak galip geliyorsa yaşlılık başlamıştır.” ifadesi bir hakikat olsa bile esas yaşlanmanın yaşayamamak ile başladığını biliyordu. Peki, yaşamış mıydı? Emin değildi.
      Çok sevdiği bir hikâyeydi karıncanınki…
Karıncaya sormuşlar;
“-Nereye böyle?”
“-Hacca…” demiş karınca, kendinden emin…
“-Bu ayakla mı?” diye sorduklarında da cevabı yapıştırmış:
“-Olsun! Gidemesem de yolunda ölürüm ya!”
     Hayatı hep bu karınca gibi yaşasa da, savaşı belki tümüyle kaybetmek kaçınılmaz  da olsa ufak tefek zaferler de lazımdı arada… “Kaybettim belki ama oyunda olmak da güzeldi” demenin de önemli olduğunu fark edeceği günlere yaklaşmıştı.
     Resme baktıkça, yıllar öncesinin o naif ve umut dolu kişiliğine büründü. Tıpkı Selahaddin İçli’nin meşhur şarkısında olduğu biçimde:
      “Zaman hiç geçmemiş gibi,
       Sensiz yaşanmamış gibi…”
                                                                          *     *     *
      Gece, bütün ıssızlığı ile kalbine dolarken üzerinde çalıştığı  işi bıraktı. Hayatı boyunca bütün çabası bu fotoğraftaki "o bir tek an” içindi aslında… Hayatında o varken sık sık diline dolanan bir başka şarkının enfes sözlerini hatırladı birden:
“İki kızımız olsa güzelim
Cümle âlem duyası
Birinin adı bükülü ipek
Öbürü iğne oyası

İki odamız olsa güzelim
Üstümüze tapusu,
Birine gül bahçesi desek
Birine bülbülyuvası...

Ve bir dilimiz olsa güzelim
Yalnız ikimiz arası
Bütün sözlerinin yarısı: Sevmek
Ve sevilmek yarısı”1

      Şarkıyı internetten bulup bestekârından dinledi hemen… Yıllar önce sonsuzluğa uğurladığını düşündüğü o ince hissedişleri içinde duyumsadı tekrar tekrar…
     “Birçok şeyi ıskalıyor olsam da, yaşadıklarım da var” dedi kalbinin derinlerinde mahzun bir ses… Bu teselliden öte bir gerçeklikti: Yaşamış ve üretmişti.
        Yaşayacak ve üretmeye de devam edecekti.
        Kulağında şarkının güzel nağmesi ve gözlerinin önünde gelecek güzel günlerin umuduyla yatağına uzandı.
       Yeni bir resimden eskiye bakmış ve orada yepyeni bir geleceği görmüştü.
        Koskoca bir ömrü adadığı geleceği…
      Çok geçmeden uykuya daldı. Çünkü yepyeni bir geleceğe uyanmak için sabırsızlanıyordu.

1 Beste: Erol Sayan Güfte: Samim Arıksoy
Şarkıyı şuradan dinleyebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder