Atatürk’le ilgili iki hatıra nakledeceğim, yazıyı okurken muhakkak ki günümüzle kıyaslayacağız. Yazıyı okuduktan sonra da Atatürk’ü çocuklarımıza,gençlerimize, maalesef O’nu tam manasıyla tanımayanlara, nasıl tanıtırızın cevabını bulmanın kapısını aralayacağız.
İlk hatıra Orgeneral Asım GÜNDÜZ’den, O’nu da yâd etmek için kısaca tanıtmak istiyorum.1880 yılında Kütahya’da doğdu.Harp Akademisi’nde Atatürk’ün sınıf arkadaşıydı.1920 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine Ankara’ya gitti ve Harp Cephesi Kurmay Başkanlığı’na getirildi. İstiklal Savaşı sonuna kadar bu görevde kalan Asım Paşa Büyük Taarruz planının da hazırlayıcılarındandır.
Cumhuriyet devrinde Genelkurmay Başkanlığı’nın kurulmasıyla 2.Başkanlık görevine atanan Asım Paşa emekli olduğu 1946 yılına kadar bu görevde kaldı.14 Ocak 1970’de vefat etti.
Şöyle anlatıyor Asım Paşa :
O gün Duatepe’de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşlarıyla kutluyorduk. Kolordu Kurmaybaşkanı Hayrullah ( Fişek ), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile, dört beş dilim siyah ekmekten başka birşey yoktu. Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa,Ben, Kazım Bey sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah Bey(Fişek), Tevfik Bey(Bıyıklıoğlu), Salih Bey(Bozok) biraz uzaktaydılar. Atatürk,Kazım Bey’e dönerek:
– Erlere yiyecek ne verebildiniz? dedi.Kazım Bey şaşırdı durakladı, Kurmaybaşkanına dönerek:
– Hayrullah Bey,erlere ne verebildik ? diye sordu.
– Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık !.
Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü, biz de O’nu takip ettik, diğer arkadaşlar da ne tavuk ne bir dilim ekmeğe el sürebilmişti. O akşam hepimiz aç yattık. ( 1 )
Diğer hatıra Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’ndan, 1901 Kavala doğumlu olup, Deniz Harp Okulu, Hukuk Fakültesi, Yüksek Ticaret Okulu ve Moskova Üniversitesinde eğitim gören Tepedelenlioğlu, Milli mücadeleye katılarak Hakimiyeti Milliye Gazetesinde çalışmaya başlıyor. Son yazıları Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan Yazar 1970 yılında İstanbul’da vefat ediyor.
Türk kurtuluş savaşı için, Azerbaycan, Buhara ve Türkistan Türkleri’nin para yardımları olduğu gibi Hindistan müslümanlarının da (şimdiki Pakistan ) para yardımları olmuştur. Pakistanlıların camilerde topladıkları yardımların Ankara’ya ulaştığı günlerde Türk Ordularının Başkumandanı seçilen Mustafa Kemal Paşa en güvendiği kimselerden olan Nizamettin Nazif Beyi yanına çağırır. Der ki ;
– Nizamettin, şimdi sana süngülü iki koruma vereceğim. Bunları odanın kapısına dik. Bu paralar Pakistan’lıların Anadolu mücadelesine gönderdikleri paralardır. Yanına güvenebileceğin iki arkadaşını da al. Bu paraları sayarak, torbalara doldurup, Maliye Vekiline teslim et. Alacağın tesellüm makbuzunu da bana getir. Zira üç aydır mebus maaşlarını veremiyoruz. Memur maaşlarını keza veremiyoruz. Bu para bir ilaç gibi tam zamanında yetişti.
Nizamettin Bey de iki arkadaşıyla beraber Ulus meydanının ortasındaki Taşhan’ın bir odasında, süngülü nöbetçilerin koruması altında paraları sayarlar. Torbalara koyarlar. Daha sonra Maliye Vekili’ne teslim ederek, aldıkları tesellüm makbuzunu istasyondaki Direksiyon binasına götürüp, Başkumandan’a teslim ederler. Bu arada paralar sayılırken basit bir olay geçmiştir. Saydıkları paralardan bir altın lira ellerinden kayarak, tabandaki aralıklardan aşağıda atların bağlandığı ahıra düşer. Önemsiz bir olay olarak Başkumandana bundan da bahsederler. O büyük adamın birden kaşları çatılır. Elini kızgınlıkla masaya vurur. Bir Arslan kükremesi gibi muhatabına çıkışır.
– Babanızın parasından mı bahsediyorsunuz ? Milletin parası bu ! O bir tek lira ile bir vatan parçası kurtulacak. Bir Mehmetçiğin hayatı kurtulacak. Derhal gidin o parayı arayıp bulun. Torbasına koyup, Maliye Vekiline teslim edin. Makbuzu yeniden tanzim edip, getirin. Haydi marş marş …
Neye uğradığını şaşıran Nizamettin Bey ve arkadaşları, soluğu Taşhan’ın ahırlarında alırlar. İdare lambasının loş ışığında, o bir tek altın lirayı arayıp bulurlar. Yeniledikleri tesellüm makbuzunu Başkumandan’a verirler. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa sevinç içindedir.
– Hah işte böyle, aferin. Benim de size bir müjdem var, bugün tabldotta kuru fasulye ve pilav var, der.( 2 )
Atatürk’le ilgili yaşanmış böyle olayları eğitim hayatımızın hiç bir safhasında maalesef duyup, öğrenmedik.
1881 yılında Selanik’te doğmuş, Annesi Zübeyde Hanım, Babası Ali Rıza Efendi, babasını küçük yaşta kaybetmiş. Annesi
Hafız Mehmet Efendi mahalle mektebine göndermek isterken, Babası Şemsi Efendi mektebine devam ettiriyor. Yaz tatillerinde dayısının tarlasında karga kovalıyor, gibi hikayeleri dinledik.
Gerçek bir liderin kendisini geliştirmek için bulduğu her fırsatta, hatta cephede bile, gözlerinin yaşlarını sile sile sabahlara kadar nasıl okuduğunu, hayatı boyunca 4000’e yakın kitabı, notlar çıkartarak okuduğunu öğrenemdik. Fransızca öğrenmek için Fransız bir hanımın pansiyonunda kaldığını, Fransa’dan dergiler getirttiğini söylemediler bize. Harp Akademisinde o zamanlar resmi tatil olan Cuma akşamları, arkadaşlarına gizli gizli Milliyetçilik dersleri verdiğini anlatmadılar. Sonradan kendi gayretlerimizle öğrendiğimiz nice bilgiler oldu.
Ama ya öğrenemeyenler, Türk’e düşmanlığı Atatürk’e düşmanlık yaparak başlatanların etkisinde kaldılar.
Aslında Dinimizi, Peygamber’imizi de aynı şekilde öğretmediler mi bize ! Savaş’ta şehit olduğu söylenen sahabenin sırtında hazineden aşırdığı gömleği görünce,bu cehennemliktir buyurduğunu, O’nun cenaze namazını kılmadığını söylemediler. Sakal bırakıp, bıyıkları kırparak sünnetin yerine geleceğini, buna benzer şekli şeyleri din diye anlattılar. Acaba Dinimiz ve Atatürk böyle anlatılmayıp da, hayat tarzımızı doğru yönde şekillendirecek biçimde yaşanmış örneklerle anlatılsaydı, Türkiye bugün farklı olur muydu ? Diye düşünüyorum.
Yine de geleceği farklı kılmak bizim elimizde.
Kıymetli dostum Felsefe Öğretmeni Ercan GÜNEN Bey, çocuklara muhakkak okumaları gereken iki kitap tavsiye ediyorum diyor.
– Kur’an ve Nutuk .
Necmettin DERVENT
6 Ocak 2014 – İZMİR
( 1 ) Hatıralarım,Orgeneral Asım GÜNDÜZ,Kervan Yayınları
( 2 ) Muhittin NALBANTOĞLU,9 Ekim 2008 Yeniçağ Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder