Sevginin kutsallığına dair o bildik, basmakalıp şeylerden bahsetmeyeceğim, başlığa bakıp aldanmayın.
Sevmek,
öznesi “vermek” olan ve insanoğlu var olduğundan bu yana söylene
söylene bitirilememiş gayet uzun bir duygu cümlesi... İşin özünde “vermek” olunca insan gibi bir varlık için iş çetrefilleştiğinden dolayı, bir sevgiyi sürdürmenin ne kadar “özverili” bir durum olduğunu çok defa duymuşsunuzdur. Zor olan, emek isteyen her şeyde mutlaka tadılası bir şeyler vardır ve insanoğlu;
“sevmekten kim usanır?
sevmeye doyum olmaz;
hangi gönül uslanır,
sevenle oyun olmaz.”
gibi şarkılarda, şiirlerde bunu defalarca ifade etmiştir.
Hal böyleyken, her ne kadar kendimi toplumdan ayrı düşünmeyip “kim hangi konuda neyi, nasıl düşünüyor/hissediyorsa, ben de öyle düşünüyor/hissediyorum” desem de bir engelli olarak olaya bir de “kendi penceremden” bakmak istedim.
Önce bir “engelli olarak sevmek”
kavramını anladığım kadarıyla ifade etmeye çalışayım. Engelli bayan
arkadaşlar alınmasınlar, hem bir erkek olduğum için ve hem de belki de
hem bayan, hem engelli olmanın çetin ve karmaşık durumunu ifade etmekte
zorlanacağım için dilim döndüğünce, klavyem yazdığınca kendi açımdan
bakacağım olaya...
“Ruhunuzun bedene sığmadığını”
hissettiğiniz zamanlarda, belki bilerek, belki bilmeden en azından
adeta ruhunuzun taşan kısmını paylaşabileceğiniz bir başka ruh, bir
başka beden ararsınız ve bulduğunuza dair işaretlere karşı oldukça
duyarlı olacağınız düşünülse de çoğu kimsenin aksine çok dikkatli
davranır ve kimsenin dikkat etmeyeceği detaylara dikkat ederek atarsınız
adımlarınızı... Çünkü bulunduğunuz durum toplum tarafından “iki gönül bir olunca her şeyin çok kolay olacağı”
şeklinde algılanmaz. Yani, birini sevmeniz ve sevdiğinizin de sizi
sevmesi, güzel gelişmelerin kaçınılmaz sonu değil, o güzelliklere
ulaşmak için mücadele etmenin başlangıç noktasıdır.
Neden “başlangıç noktası”? Çünkü engelli, en başta kendi çevresini, ailesini yapabilecekleri konusunda ikna etmek zorundadır.
İnsanlar
her alanda her şeyi veremez karşısındakine, yani, bizim paylaştığımız,
bizimle paylaşılanla aynı olmayabilir. Kabaca örneklersek, biz
sevdiğimiz insanın hayatına (a) konusunda görülen/görülmeyen ama
sevdiğimizce bilinen bir katkı yaparız; o konuda çok iyi olabiliriz. Ama
bizim de (b) konusunda problemimiz vardır, karşımızdaki insan da
bizimle (b)”yi paylaşır. Hayat, eşitlikler değil, bir dengeler
manzumesidir. Bir tarafın sürekli verdiği, diğerinin aldığı bir yerde “ilişki”den söz etmek mümkün değildir.
İnsanoğlunun her toplumda genel bir “hayat süreci” prototipi vardır. Bizim toplumumuzda bir erkek olarak süreç şöyledir: Erkek evlat doğar, bir erkek olarak her şeye “muktedir”
olduğu mesajı verilerek yetiştirilir, iyi bir tahsil yapması, muteber
bir mesleği olması, evlenip çoluk çocuğa karışması beklenir, ya engelli
bir evlâttan beklenilen nedir: sadece evde oturması; o kadar... O normal
süreci çevre ondan değil, o çevreden talep etmek zorundadır; talep
ettiğinde de toplum ona şaşkın gözlerle bakar... Engelli bayanların
durumlarının daha da vahim olduğu en azından tahmin edebiliyorum. Bu bir
zincir ve bunu kırmak öyle kolay değil...
Hayatta
bir baltaya sap olamamış, doğru dürüst bir mesleği olmayan, odundan
yapılma insanların, bir eş ve bir yuva sahibi olma hususunda sizden daha
şanslı oldukları gerçeği, içinizdeki kaçınılmaz yaranın, isyanın ve
nihayetinde çaresizliğin yegâne sebebidir çoğu zaman...
Şimdi
mesela engellilerin gönül meselelerindeki önemli noktaları ortaya koyma
adına bir örnekten hareket edelim. Diyelim birine gönül verdiniz, “acaba nasıl söylesem”
diye kıvranıp bir şekilde ifade ettiniz, işte o andan itibaren o malum
kişinin en yakın arkadaşlarından başlamak üzere çevresine sizden
bahsetme ihtimali çok yüksektir. Sizi asla tanımayan insanların
hakkınızda yapabilecekleri yorumlar ve yaratacağı etkiler, hayatınızı
paylaşmak istediğiniz insanın çok güçlü olmasını gerektirir ki bunu
başarabilecek insanların sayılarının çok olmadığı kanaatindeyim. Onlar,
bu özellikleriyle çok “özel insanlar”... Böylesi bir insanı eğer bulursanız, ne pahasına olursa olsun kaçırmamanızı salık veririm.
Bununla
beraber, sizin ve onun duruşu, inşa etmeye gayret ettiğiniz şeyin
sağlamlığı konusunda ipuçları verecektir. Kaldı ki, sizi tanıdıklarını
düşündüğünüz insanlar bile bazen sizi hiç tanımadıklarını göstererek
sizi hayal kırıklığına uğratabilir. İşte bu noktadan itibaren sizin ve
sevdiğiniz insanın duruş ve tavrı, her şeyin belirleyicisi olacaktır.
Sonuç
itibari ile sevgi emek ister ve emek verilerek elde edilen her şey, hem
daha güzel, hem daha kalıcı, hem daha değerlidir, öyle değil mi?
Alper Şirvan
13 Nisan 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder