15 Ocak 2003 Çarşamba

Ağaçtan Bir Büst ve Bir Adam: Hüseyin Salih Bora

Odamda bulunan kitaplığın üzerinde ağaçtan oyularak yapılmış bir büst bulunuyor. Daha doğrusu, ben kendimi bildim bileli evde bulunan ve çocukluğumda epey bir zaman neden bizim evde bulunduğuna bir anlam veremediğim bu büstün şu an bulunduğu yer, benim odam...
Yıllar evvel bu büstün hikâyesini sorduğumda babam, “ha o mu?” dedi, “o, Hüseyin Salih´in hatırası...”
Ve anlatmaya başladı:

«
1968 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim bölümünde öğrenime başladığımda Anadolu’nun her tarafından gelmiş, gece gündüz beraber olduğumuz arkadaşlar arasında sınırlarımız dışından, Batı Trakya ve her bölümde birer ikişer olmak üzere Kıbrıs’tan gelen öğrenciler de vardı. Ben de Yugoslavya doğumlu olduğum için dışarıdan gelen insanlara karşı daima ilgi duymuşumdur. Bizim bölümde de iki Kıbrıslı öğrenci vardı; biri Fatma adında bir kız, biri de Hüseyin Salih Bora; adaşım...
Hemen hepsi iyi insanlardı Kıbrıslı arkadaşların... Birçoğu ile iyi ilişkilerimiz oldu ama Hüseyin Salih, birçoğundan farklı bir yapıya sahipti. Millî ve manevî değerlere bağlı, duygu ve bilgi olarak bu konuda “dolu” bir insandı. Süleyman Çelebi’nin Mevlidinden bölümleri ezbere bilirdi. Bayrak, vatan-millet kavramlarına yürekten bağlı bir insandı. Türk Dünyası ile yakından ilgilenir, dünyanın her tarafında bulunan Türkler hakkında bilgi edinmeye çalışırdı. Ben de millî sınırlarımız dışında kalmış eski topraklarımızda doğduğum için konuştukça birbirimizi sevmiştik. Gazi Eğitimin tarihi binasında geceler boyu oturur, sohbetler ederdik. Ben ona memleketimden hadiseler anlatır, o da bana Kıbrıs’ta yaşadıklarını naklederdi. Aramızda çok güzel bir gönül bağı meydana gelmişti. Arada bir “napan be?” diyerek Kıbrıs ağzıyla hatır sorması hâlâ kulaklarımda çınlar.
Son sınıfta ağaç atölyesinde aynı gruba düşmüştük, ağacı ikimiz de çok seviyorduk. Marangozluk benim baba mesleği olduğundan makineleri çok rahat kullanabildiğimi gören hocamız Veysel Bey, kendisi olmadığı zamanlarda da makineleri kullanmama izin verirdi. Standart işlerde çok iyi yardımlaşırdık Hüseyin Salih’le... Son olarak yaptığımız serbest işte bir gürgen kütüğünü yontarak işte o kadın büstünü yaptı. Hem götürmesi zor olduğundan, hem de bana bir hatıra bırakma düşüncesinden o büstü bana bıraktı. 1971’den beri saklıyorum. Ben de ona yanlış hatırlamıyorsam gravür baskılarımdan vermiştim.
Yıllar sonra 1982’de Bursa Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesinde görev yaparken İngilizce bölümüne kayıt yaptıran Kıbrıslı bir öğrenciye rastladım. Oradan buradan konuştuktan sonra Hüseyin Salih’i sordum; tanıdı:
“-İkinci çıkartmada öldü...” dedi.
Bu “öldü” lafı üzerine orada bulunanlar birden bakışlarını öğrenciye çevirdiler. Bunun üzerine düzeltme ihtiyacı hissedip biraz da utanarak:
”-Şey, yani, şehit oldu.” dedi.»
Bizim evde ne zaman Kıbrıs konu edilse Hüseyin Salih yâd edilir. Hatıralar canlanır ve Hüseyin Salih’in şahsında Kıbrıs için, Kıbrıs’ın bağımsızlığı için gözlerini kırpmadan kendilerini fedâ eden insanların şehit olanlarına fatiha, gazilerine ve bu davaya ömürlerini vermişlerine ise selam gönderilir şükranla...
Son dönemde olup bitenleri gözledikçe aklıma hep Çanakkale gelir. Biz nasıl kurulan yepyeni cumhuriyetin her açıdan kalkınmasını sağlayacak koskoca bir nesli Çanakkale’de kaybetmişsek, Kıbrıs ta “hakikî aydınlarının” birçoğunu kaybetmiş gibi gelir bana ve bu büste her bakışımda biraz daha mahzun ve biraz daha ağlamaklı baktığını hissederim. Bu büst ve hatırası, her geçen gün biraz daha içimi acıtırken dile getirmekten korksam da “Şimdi Kıbrıs... Ya sonra sıra nerde?” diye sormadan edemiyorum.
Ey Mithat Cemal, ey şâir; hani:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” ‘dı???

15 Ocak 2003
Bursa / Kaplıkaya


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder