12 Şubat 2020 Çarşamba

14 Şubat ve “Sevgi Her Engeli Aşar” Mı?


­­


                “Sevgi her engeli aşar!”
                Aşılamayan, aşılamadığı için halının altına süpürülen sorunlarla her karşılaşıldığında söylenen klişe cümle… Sorumluluk duymadan, somut olan problemin çözümünü, soyut olandan bekleme hastalığının engellenen bireyler dünyasındaki iz düşümlerinden sadece biri.
                Bu klişe, ailelerin, toplumun ve kamusal yönetimin engelli bireye yaklaşımı bağlamında da değerlendirilebilir ama ben bu yazımda konuyu “14 Şubat” bağlamında ele alacağım.

                Sevgi, muhabbet, aşk… İşin içinde engeller olmadığında dahi günümüzde sürdürülebilirliği kolay olmayan olgunun farklı adım ve varyasyonları. “Sonsuz” diye başlanıp yola çoğunlukla “onsuz” devam edilen, yine çoğu kez aklın fişi çekilerek çıkılan, genel ve özel birçok parametresi olan “büyülü” yolculuk. Bunlara bir de “engeller” eklenince durum bambaşka bir hal alıyor sanıyorum.
                İnsan, ister beşerî engellerden doğan erişim engelleriyle boğuşur olsun ister engelsiz olsun ister kadın ister erkek olsun birey olarak biraz tohum, biraz topraktır aslında… Bazen bilinçli, çoğu zaman bilinçsizce bulduğumuza kendimizi ikna edene değin tohumumuza en uygun toprağı; toprağımıza en uygun tohumu arayıp duruyoruz.
                Sadece “eş” meselesinde değil, her konuda “toprağını (en verimli olacağı ortamı) bulmak” önemli bir şanstır. Bu ayrı bir konu olsa da biz yine asıl konumuzdan devam edelim.
Karşılıklı olarak “tohum-toprak” uyumunu fazla irdelemeden çıkıyoruz bu yolculuğa… Beri yandan ne kadar dikkat edersek edelim, yolculuğun devamında “tohum ürüne dönüşmeden, uygun olup olmadığını tam bilemeyeceğimiz” gerçeği ile tanışıyoruz mecburen.
Bilmek için birlikteliğin; birliktelik için tanımanın gerekliliğini fark ediyoruz.
Bu bir paradoks! Çözüm? Çok katmanlı! Ömür? Binlerce yıl değil… Yaşayarak öğreniyoruz; öğrenebildiğimiz, paradoksu çözebildiğimiz kadarıyla yaşıyoruz. Hayata dair, o ana kadar fark edemediğimiz birçok gerçekle beraber…
Bu tatlı kumarı oynamanın sonrasındaysa gerek sevdiğimizin toprağına ektiğimiz kendi tohumumuzun, gerekse kendi toprağımıza sevdiğimizce ekilen tohumun ürüne dönüşmesi için çaba göstermeyi, sabırla ürünü beklemeyi beceremiyoruz. Emek ve sabırla büyütsek bile, büyüttüğümüz ürüne (güzel bir çiçek de olabilir, sıradan bir bitki de) razı olmayı, budur deyip yaşayabilme olgunluğunu, birlikte can vermenin o eşsiz coşkusunu, hayatın büyük resminin ihtişamına odaklanmayı, hiç yoksa kendi emeğimize saygıyı saymıyorum bile… İşin içine bir de başta aldatma ve şiddet olmak üzere, “yetiştirilme arızaları kaynaklı sorumsuzluk” parantezinde başkaca “kurumalar” girdiğinde iki taraf için de “hasat” değil, “kökleme” zamanı gelmiş oluyor mecburen. Ama sorsanız, en azından başlangıçta, hatta tanışır tanışmaz herkes herkesin “aşkı(!)”
                Fiziksel, mental ve duygusal… Konu iki insanın birlikteliği olunca bu üç alanda uyum, tamamlayıcılık ve bütün bunlarla birbirini var etme iradesi önem kazanıyor. Fiziksel, mental ve duygusal uyum gerekliliğinden hangisini öne çıkartacağınız eğer engeliniz yoksa tamamen kişisel tercihinize bağlıdır. Ama bilhassa hayata katılma konusunda engel ve kısıtlamanız varsa, gönül işlerinde ister istemez, “fiziksel tamamlayıcı özellik ve uyum” önceliğiniz olur, olmak zorunda bırakılır.
                Ülkenin çarpık şehirleşmesi, sosyal yapısı, yetersiz kamusal (sosyal) hizmet(ler) birincil sorun. Engellinin öncelikle meslek edinip ekonomik özgürlüğünü elde ettiği, icra edebildiği bir işe sahip olmasının önündeki türlü engel de cabası… Birbirlerine değer veren, seven, duygusal ve mental olarak uyumlu olsalar da fiziksel anlamda aynı derecede desteğe ihtiyaç duyan iki engellinin üçüncü şahıslara ihtiyaç duymadan sürdürebilecekleri bir birliktelik oluşturmaları bu şartlarda çok da kolay olmuyor haliyle… -ki ister engelli, ister engelsiz olsun aile ve çevre desteğine dayanan, sorumluluk içermeyen, ikili olarak birbirini var edemeyen bir birlikteliğin gerçek bir birliktelik olmayacağı kanaatinde olduğumu da ifade etmeliyim. İnsan, elbette gerektiğinde çevresinden destek alır ama çevre desteğine dayanarak bir hayat kurulmaz, kurulsa da sağlıklı olmaz diye düşünenlerdenim.-
Fiziksel engelleri olan çiftin, birlikteliği bir adım öteye taşımak istediklerinde yaşayacakları kendilerine uygun evi bulmanın zorluğu da dâhildir şartların engebesine. Yani, “sevgi her engeli aşmadığı” gibi, mevcut sorunların çözümsüzlüğü daha büyük sorunları ve soruları da beraberinde getiriyor, fark ettiriyor.
Taraflardan birinin engelsiz olma durumunda da benzer sorunlar yaşanmakla beraber, ilişkilerin olmazsa olmazı “ne istediğini bilmek ve gerçekleştirdiği her eylemin bilincinde olmak” çok daha büyük önem kazanıyor her iki taraf için de… Şuursuz ve sorumsuz bir ortamda bir sevgiyi yaşamak ve yaşatmak mümkün mü?
                Olayın “aileler” kısmı bir başka “sorunlu” parametre. Yanı sıra -her ne kadar engellilik söz konusu olduğunda fark etmese de- içinde yaşadığımız erkek egemen toplumda “engelli kadın” olmanın güçlüğünü, ilişkilerde ve evlilik dahil birlikteliklerde kadına yüklenen, yüklenmeye çalışılan sorumlulukları da göz önüne aldığımızda mesele biraz daha çetrefilli hale geliyor.
                Ayrıca, bakın bunca şey anlattık; “engelli ebeveyn olma” meselesine gelemedik bile. “14 Şubat ile ne ilgisi var?” mı diyorsunuz yoksa? “Platonik takılmayı” mı tercih ediyorsunuz bilmiyorum ama sürecin bizi er ya da geç ebeveyn olma noktasına getireceği de kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü toplumun fark edemediği bir gerçek olarak engeli ne olursa olsun, hiçbir engellenen birey, cinsiyetsiz değildir.
                Buna ek olarak sevdiğiyle beraber olup bu sevgisini “evlat(lar)” noktasına getirebilmiş engelli ebeveyn sayısının, fazla olmadığı gerçeğini de ortaya koymak gerek.
                Sevgi her engeli aşmasa da her şey onunla başlıyor. Sevginin olmadığı yerde insan da olunamıyor. Bir canlı türü olarak değil, gerçek anlamıyla "insan olabilmek", "insan kalabilmek" için sevmek gerekiyor. Hayatı, insanı ve bir başkasının toprağında var olup birbirini büyütmeyi, yaşatmayı… 
                Yoksa “onu buldum” mu diyorsunuz? Sıkı sıkı sarılın o halde!
                Çünkü, şairin de dediği gibi: “Hayat kısa, kuşlar uçuyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder