23 Ekim 2022 Pazar

Ümidin Gözleriyle... (Öykü)

        Her şey çalıştığı iş yerinde kolinin üzerinde okuyamadığı birkaç kelimeyle başlamıştı.

İnsanın sahip olduğu bir yetiyi kaybetmeyi bırak, kaybetme kaygısı bile fazlasıyla üşütürdü ruhunu. Aslında basit bir göz kusuru da olabilirdi yaşadığı ama… Yine de ve nedense garip bir ürperti gezinmişti içinde. Ailesine, bilhassa en büyük destekçisi olan babasına söyledi hemen eve gider gitmez.

Babasıyla beraber gittikleri doktor onu üniversite hastanesine yönlendirdiğinde daha 16 yaşında gencecik bir kızdı. Doktorun tedirginliği ve çaresizliği kaygısını arttırsa da metanetini korumaya çalışıyordu babasının yanında. Ta ki özel muayenehaneden çıktıklarında babası kendisini koltuğunun altına alana kadar…

Gözleri yaşardı ama ağlamadı. Öylece yürüdüler otomobillerine kadar. Yıllardır “dikkatsizlikten” sandığı şeyin gözlerinden kaynaklandığını nereden bilebilirdi? Doktorun bahsettiği “pitozis” de ne ola ki diye arabaya oturur oturmaz cep telefonundan girdiği internete baktı.

“Gözün üst kapağının sarkmasıdır. Normal görmeyi engelleyebilir. Çocuklarda ya da yetişkinlerde ortaya çıkabilir. Çocukluk çağı pitozu göz tembelliğine sebep olabileceği için bu tür çocuklar sık göz muayenesiyle takip edilmelidir.”

“Meğer ben dikkatsiz değilmişim, gözüm tembelmiş” diye geçirdi içinden. Rahatlamasa da bilmek, içini ferahlatmıştı az da olsa. İlkokul öğretmeninin her seferinde “gözünü kısma Canan’cığım” uyarıları geldi aklına. “Ah be öğretmenim,” diye iç geçirdi; “keşke… keşke bir doktora yönlendirseymişsiniz…” diye düşünerek.

Eve geldiklerinde “ben biraz yürümek istiyorum” dedi babasına. Kente hâkim bir yerdeydi evleri. Evin yakınında ama biraz daha yukarıdaki parka doğru yürürken cep telefonuna taktığı kulaklığından yüreğine dökülüyordu sevdiği grubun her zaman diline dolanan şarkısı…

Yalnızlık hissi, içine mi yoksa kente mi çökmüştü bilemiyordu. Başını alıp da gidemezdi. Mücadele yeni başlıyordu. Zamanla daha iyi anlayacaktı. Uçan kuşların özgürlüğüne ve sağlığına imrendi o an, kuşlar, uykularında ölmeden bir sevda kuşanmak umuduyla…

Banka oturdu kendini atarcasına. Manzaraya daldı gitti ne kadar net görüp görmediğine takılmadan.

***

Üniversitedeki hocaların detaylı muayenesi için oradaydı. Bir göz doktorunun klasik muayenehanesinde bulunabilecek teçhizatın bulunduğu odanın gri rengi o an içinde hissettiği duygu kadar soluktu. Doktorların kendi aralarında “tıpça” konuşmalarının ardından bir teşhisi daha olmuştu. Keratokonus!

Merakla “nedir bu?” dercesine baktı. Doktorlardan genç ve kadın olanı, net ve kitap gibi açıkladı.

“Bir kornea hastalığı Keratokonus. Normalde yuvarlak şekilli olan korneanın (gözün şeffaf tabakası) öne doğru koni şeklinde sivrileşmesidir. İlerleyici ve görmeyi bozan bir hastalıktır, genellikle ergenlik çağında başlar. Sizin de öyle olmuş olabilir.”

Canan sessizdi. Babası konuştu.

“Peki tedavisi doktor hanım?”

Doktor, soruyu soran babasını muhatap alıp cevapladı.

“Gözlük çözüm değil bu hastalarda. Mecburen lens vereceğiz. Takarken zorlanabilir, yardımsız da takamayabilir ama rahat edecektir. Ama…”

“Ama?” dedi Canan.

Doktor hemen hastasına döndü ve soğukkanlılıkla, “Lens geçici çözüm. Kornea nakli olmalısın. Yoksa gözlerini tamamen kaybedebilirsin. Sol göz çok ilerlemiş.” dedi dudaklarını büzerek.

“İkisi de olmalı. Ama önce sol göz nakil için öncelikli…” 

***

Tam da doktorun dediği gibi olmuştu. Taktığında cam gibi net görebildiği lensleri ancak ağabeyinin yardımıyla takıp çıkartıyor, o bile zor oluyordu.

Okul ve iş koşuşturmasına bir de doktor doktor gezme eklenmişti. Üniversitedeki doktorun tehditkâr ama net konuşması lensin yarattığı olumlu etkinin tadını çıkarmasına engel olmuştu.

Bursa’nın ardından İstanbul’da bir başka uzman doktorun karşısındaydılar. Canan ve babası, başı önünde eldeki sonuçlara bakan doktora dikkat kesilmişlerdi. Farklı bir şey söylemesi, dahası kısa yoldan kesin çözüme ulaştıracak yolu göstermesi umudundaydılar. Hayat bazen sadece o kadardı: Ümit!

Derdi olanın, hasta olanın, hayata erişim konusunda engeli olanın tek odak noktası olan çözüm, çalınan hangi kapının arkasından çıkacak bilinmezdi. O şarkıda dendiği gibi aslında hepimiz beklemeye razıyızdır, yeter ki umudumuz yaşamaya ve yaşatmaya devam etsin.

Saçı seyrek, hafif göbekli, altmışlı yaşların olgunluğundaki doktor, başını kaldırdı. Yakın gözlüğünü sağ eline alıp kendisinden merakla cevap bekleyen ikiliden, Canan’ı muhatap alarak babacan bir tavırla konuştu.

“Evladım, lenslerinden memnun musun? Zor oluyor mu takıp çıkarmak?”

“Evet, hocam.” dedi Canan, daha pratik bir çözüm yok mudur diye sorar bir ifadeyle. “Ağabeyim yardım ediyor takıp çıkarırken…”

Babası başıyla kızını onaylarken, doktor, Canan’ı anlamışçasına konuştu.

“Senin durumunda kornea nakli tek ve kalıcı çözüm kızım. Başka bir çaresi yok durumunun. Ben şimdi Ankara’daki bir doktorun bilgilerini vereceğim. Orada sıraya girmeli, uygun kornea bulunduğu anda her iki gözünden de nakil olmalısın. Sonrası senin için çok daha güzel olacak inşallah.”

Başını, Canan’ın babasına çeviren doktor devam etti.

“Ama ihmal etmeyin bu işi! Bugün yazılıp sıraya girseniz dahi kızımıza uygun kornea ne zaman çıkar, garantisi yok. Organ bağışının ülkedeki hali malum.”

İkisi de başlarını sallıyordu. Babası birden atıldı hafif yaşaran gözlerle ve titreyen sesiyle sordu.

“Ben versem doktor bey, olmaz mı?”

Doktor, birçoklarının saçma bulacağı bu teklifin, kendini çaresiz hisseden bir babanın, evladı için her şeyi yapmaya hazır olduğunun işareti olduğunun farkındaydı. Sükunetini ve babayı bozmadan konuştu.

“Keşke böyle bir imkân olsa beyefendi, keşke… Ama ne yazık ki bazı organlar gibi göz de sadece onu kullanana özel ve her gözde sadece bir kornea var. Dediğim gibi organ bağışı olursa…”

Ağlamamak için kendini zor tutan sadece babası değildi. Canan da babasının bu tavrı karşısında duygulanmıştı. “Aman baba ya…” deyip gizlemeye çalışsa da babasının elinde titreyen eli her şeyi anlatıyordu.

Doktor, yazdığı kâğıdı onlara uzattı. Artık yıllardır süren bu çare arayışın istikameti Ankara olacaktı.

***

Ankara’da kornea nakli yapan merkezdeki doktorun yönlendirmesiyle bir miktar para yatırıp nakil için kayıt yaptıralı beri dört yıl geçmişti. Canan, gözlerine inat okumayı çok seviyordu. Okumak onun için hayat okyanusuna özgürce kanat açmak kadar güzel ve anlamlıydı. Dahası, meslek edinmenin, akademik kariyer yapıp eskilerin deyimiyle “koluna altın bileziği geçirmenin” engellenen insanların dahi iş bulmasının zor olduğu ülke şartlarında kendisini bir adım öne getireceğinin bilincindeydi.

Bu düşüncelerle yürüyordu okuldan yurda yorgun argın dönerken. Üniversiteden mezun olup o altın bileziği koluna geçirmesine aylar kalmıştı. Rehberlik öğretmeni olacaktı. Kamu Personeli Seçme Sınavı’nın ardından atanabilirse eskilerin deyimiyle “ekmeğini eline alacaktı.”

Binanın nizamiyesinden girer girmez telefonu çaldı.

***

Acılı anne babanın gözleri yaşlıydı. Adam, kadına göre daha metin görünse de içinde fırtınalar kopuyordu. Kadın, başını eşine yaslamış, gözyaşlarından eşinin kazağı ıslanmıştı.

Yanlarına yaklaşan doktor, “buyurun, odamda konuşalım” diyerek eliyle az ilerideki odasının kapısını gösterdi. Aydınlık ama gri koridoru sessizce geçerek odaya vardılar. Doktor, koltuğuna otururken kadınla adamı masasının hemen önündeki karşılıklı iki koltuğu gösterdi eliyle.

“Bu yaptığınız, nice canlara hayat olacak. Onlar adına size çok teşekkür ediyorum. Ümit…”

Evlatlarının adını duyunca kadın derin bir iç geçirerek içi ağlayışına yüreğinin sesini de kattı. Adam sadece ve hafifçe “dur hanım, dur” diyebildi. Onun frenlemesiyle kadın ağlayışına sessizce sürdürünce doktor devam etti.

“Ümit, böbrekleri, kalbi ve gözleriyle birden fazla hastamızın hayatına daha güzel, daha sağlıklı devam etmesini sağlayacak. Organ bağışının önemini bir türlü anlatamıyoruz ama… Sizler gibi insanların çoğalmasını diliyorum hem bir hekim hem bir insan olarak.”

Ağlayan kadın birden susup güçlü bir ifadeyle sözü aldı.

“Siz bakmayın böyle ağladığıma doktor bey. Ben, daha on sekiz yaşında evladımı, Ümit’imi trafik kazasında kaybettiğim için ağlıyorum. Yoksa…”

Sesi titriyordu. Eliyle eşini göstererek devam etti.

“Yoksa uygun donör bulunmasaydı, bu adam daha beş sene önce ölürdü böbrek yetmezliğinden. Ama işte evlat… Evlat acısı kolay mı?”

Doktor cevap veremeden kadın yeniden ağlamaya başlarken, eşi ona sarıldı.

***

Telefonu heyecanla açtı Canan. Arayan babasıydı.

“Müjde kızım, müjde! Uygun kornea bulunmuş.”

Canan’ın kalbi, heyecan ve umutla çarptı.

“Sahi mi? Nasıl?” diyebildi sadece. Babası ondan heyecanlıydı.

“Doktor beyin sekreteri aradı. ‘Kızınıza uygun kornea bulundu’ dedi. Ameliyat için bizi bekliyorlar.”

Canan’ı uçarak gideceği bir Ankara yolculuğu bekliyordu.

***

İki gözü de bandajlı Canan, doktorun özel koltuğundaydı. O ve doktordan başka anne ve babası da doktorun nispeten aydınlık odasında heyecanla bekliyordu. Doktor, itinayla sorunu ilerlemiş olan sol gözü açtı. Canan’ın açılan gözü kırpışırken elindeki cihazla baktı doktor göze. “Harika, harika” diye söylendi. Karşısındaki panodan harfleri Canan tek tek seçip bilirken, odadaki herkesin yüzü bir başka aydınlanıyordu.

Doktor da başarılı geçmiş bir ameliyatın haklı gururunu yaşarken diğer gözü de sevinç ve mutlulukla açtı. O da en az diğeri kadar iyi durumdaydı. Babası, doktorun ellerine sarılırken doktor “rica ederim efendim” deyip ellerini kurtardıktan sonra masasına geçti.

“Gözlerin ikisi de iyi ama yine de bilhassa yakın için gözlük kullanman gerekecek. Damlalar vereceğim, bitene kadar kullanırsınız. Altı ayda bir de kontrol için gelmenizi isteyeceğim.”

Doktora karşı o ne derse yapacak kadar minnet dolu ve bir o kadar da mutluydular.

Canan, artık hayatına ve geleceğe daha net ve parlak bakabilecekti.

Onun için kaygılanan anne babası kadar…

Ümit’in gözleriyle…

Alper Şirvan / 23.10.22

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder